25 January 2009

Devam

Sagnol ile başlayalım. Akşam buralardayım.

16 January 2009

Keane x Vieira

Highbury / 2004



Highbury / 2005

Ara

4 günde 3 zorlu deplasman Anayasa, Uluslar ve İdare Hukuku ile karşılaşacağız. Anayasa'yı severiz de içerde avantajlı skor elde edemedik diğer ikisinde. Geçmiş karşılaşmalarımız da öyle. İdare'de hava ve zemin koşulları ağır (Soru kağıtları 4, süre de 3.5 saatin altına düşerse şaşarım), konsantrasyon eksik. Formsuz ve eksiğiz, rotasyona gider Uluslararası Hukuka bileniriz. Roy Keane v Patrick Vieira halt etmiş Uluslar ile olan çekişmemin yanında.

Çarşambaya kadar kapalıyız efendim.

Gravity



Klose , Trochowski , Babel


Kaka Üzerine

"I certainly wasn't worth £15m in '96 and he's not worth that amount of money now and I'm sure he will be the first to come out and say that."

BBC'de program öncesi/sonrası yakalamışlar herhalde, Kaka mevzuunu sormuşlar Shearer'a. Bu kadar eder mi? sorusuna nezaketi elden bırakmadan koymuş cevabı. Abramovich'i, Mansur bin Zayed'i bırakın Rusya ve Ortadoğu yoktu futbolda Newcastle transfer rekorunu kırarken. Jack Walker zamanlarıydı, büyük kulüp dediklerimiz şöhret satın almak için servetlerin küçücük bir parçası olacak kadar küçülmemişti. Bu ucu açık büyük olma, büyük kalma durumları için güzel örnektir Jack Walker ve Rovers'ı, çok farklı olmayacaktır sonları. Sorulduğunda İngiltere'den kaç kulüp sahibinin, başkanının adı bilinir bizim buralarda bilemem ama Jack Walker benim için İngiltere'nin en güzeli olarak kalacaktır.

15 January 2009

Geçmişler Olsun

5-6 yıl önce, düşünmek istemedim şimdi dolayısıyla tam hatırlamıyorum, Şile'de sıradan bir yaz akşamı yemiş içmişiz, arkası fena bi karın ağrısı. İnsan midesinden beklenmeyecek gibi ama, insan olana bunu yapmamalı. Duramıyorum, kıvranıyorum ağrıdan. Neyse çözüm olarak denenen birkaç şehir efsanesi falan ağrı hafifler, fırsat bu fırsat uykuya sığınılır. Derken gece ani bir uyanış, mide eylemine kaldığı yerden devam etmeye kararlı, yandaş da bulmuş kendine kusma vs. daha detaya girmeyelim ... Arkadas, aile falan da yok. Peder bey tarafından şantiyeye monte edilmiştik o dönem. Ortalık falan ayağa kaldırılır, apar topar hastane. Tamam dedim zehirlendik, uğraş dur! Uzattılar bi yatağa, kıvranmaya devam. Morali motivasyonu kaybetmişim, serumu da yemişiz derken karga tulumba birini soktular acile. Kavgada kayışı koparmış, kan akıtmaya programlı tarafı çekip ayırmaya çalışırlar ya... Aslan gibi adam kıvranıyo, bağırıyo, deliriyo yanı başımda. Onun halini görünce, serumun etkisini de yabana atmayalım, gelmiştim kendime.

Böbrek taşı denilen yerde oturuşumu düzeltirim o günden beri. Şimdilerde de Rafael Benitez bu dertten muzdaripmiş. Aralık ayından beri hemde. Scolari'nin benzer sıkıntıyı çektiği haberi düştükten sonra Benitez gelmiş arkasından, resim de Aralık ortasına ait. O dönemden beri devam etmekte sorunu. Liverpool maçlarında kulübeden fırlayanın Sammy Lee olmasının nedeni de bu rahatsızlık, birkaç maçtır en fazla tribünde olabildi Benitez. Bugünlerde 3. operasyonu geçirecekmiş, malumunuz sıkıntı tek değil onun için bu zamanlarda. Sakatı, Heskey'i, Gerrard'ı, derbileri derken kontrat görüşmeleri de devam etmekte hala. 3.5m sterlin'lik ücret artacak, 2013'e kadar sürecek gibi kontrat ama anlaşmazlıklar var Amerikalı başkanlar ile, ağırlıklı olarak transfer bütçesi üzerinde. Şu yabancı başkanlardan ilk eyvallah diyen bu Amerika'lılar olacak gibi. Diğer büyüklerle, Arsenal'in iki adayı ile falan kıyaslanınca sönük kalıyorlar, stad işinde yan çizme durumu da ortada. Kriz var eyvallah da, ikilinin ciddi kredi borcu bir banka daha batırıyordu Amerika'da. Şeyh Maktum hala ilgilenir mi acaba?

Koptuk gittik yine... Uzun lafın kısası Xabi Alonso gibi Rafael Benitez'in de pazartesi dönmesi bekleniyor.

14 January 2009

Fabregas ve Alonso

Euro 2008'de birbiriyle çakışmıştı bu iki oyuncu Aragones'in düzeninde. Xabi'den önce Fabregas geliyordu, turnuvada çok az süre alabilmişti 27 yaşındaki Liverpool'lu. Geçtiğimiz ay, sahada çakıştıklarında sonu Fabregas için iyi olmamış, sakatlanmasına hiç alışık olmadığımız çiçeği burnunda kaptan Nisan ortasına kadar devre dışı kalmıştı.

“When the tackle came in last Sunday I felt pain in my knee and when, as soon as I started walking, I couldn’t put my foot on the ground so I knew it was not good, I was wishing and praying that nothing was broken but unfortunately it was.”

Emirates'de koltuk değnekleri ile görünen Fabregas sakatlık anını böyle anlatmış. Sonrasında Xabi Alonso'nun hergün telefon ettiğini eklemiş. Şimdilerde bu destek karşılıklı devam ediyor olmalı. Liverpool'un Preston ile oynadığı kupa maçında sakatlandı Xabi Alonso. Geçirdiği sakatlık fena halde tanıdık Liverpool'lular için. Kulüpte 5. sezonunu geçiren Xabi, her sezonunda bu metatarsal illetinden çekti. İşler iyi giderken, sakatlığın kısa sürecek olması ise İspanyol için çok önemli. Benitez'in satılacaklar listesinde yer alıyordu yaz döneminde. Sezon başında 5 yıllık kontrat yapılan Alonso, sezon sonunda Juventus kıskacındaydı. Transfer gerçekleşmeyince, performansı ile yaz döneminin en büyük kazanımı oldu şu ana dek. 5 gün sonra Everton'un ağırlanacağı maça yetişmesi bekleniyor. O güne yetişmesi beklenen başka bir İspanyol daha var, o da bir sonraki mesaja.

50 Geleceği Parlak

Times'da gelecek vaadeden 50 futbolcudan oluşan bir listeye yer verilmiş. Amerika, İtalya ve İngiltere'de yazılı ve görsel basında yer alan bir gazeteci Gabriele Marcotti'nin katısı var listede. Times'da yazarlık yapar şimdilerde, sanıyorum Goal dergisinde de yazılarına yer verilirdi. 16'dan 24'e topçu barındırmış bu liste, yani illa genç olsun dememişler, ani çıkışları da göstermeyi seçmişler. Tabi İngiltere alt liglerinden 16'lık bir savunma oyuncusu ve David Silva aynı listede enteresan durmuş. Birkaç kişi birleşsek birkaç dakikada 50 kişilik bir ''bunlar niye yok'' listesi oluştururuz herhalde ama önceden de yazdığım gibi bu listelerin güzelliği budur, fazla takılmamak lazım. Bizden kimsecikler yok listede, Almanya'dan Mesut var. Bir de yeni Okocha'yı sıkıştırmışlar arkalara. ''Yeni'' yakıştırmasına uyuzum ya Gourcuff'dan sonra utanmadan Rabiu ile devam edeyim.

Resimdekiler Arsenal'den Fran Merida ve Sporting'den Ibrahim Rabiu. Tv'den izleme fırsatı bulduğumuz 2007 U-17 Dünya Kupası finalini Bojan'ın İspanyasını penaltılarla yenen Rabiu'nun Nijeryası kazanmıştı. Nijerya'nın 10 numarası Rabiu'da yeni Okocha olmuştu. Boyu 1.67 imiş o zamanlarda; tekniği, pasları, top sürme ve şut kabiliyetleri ile gelecek için umut vermişti. Rötuşlanıp pazarlanmak üzere Sporting Lisbon altyapısına kazandırılmıştı. Önümüzdeki hafta başlayacak Afika Gençler Şampiyonasında Nijerya'nın ağırtopu 1991 doğumlu Ibrahim Rabiu.

Liste için tıklayınız.

Zidane v2



Hiç haz etmem aslında şu ''yeni'' ile başlayan yakıştırmalardan ama bu işler de böyle zevkli galiba. Ribery uymadı tabi, Zidane'nin milli takımda bıraktığı yere iki isim aday gösterildi. Kimliği dolayısıyla benzer Samir Nasri İngiltere'de entegrasyon ile uğraşırken fiziği ve kaşı gözü ile benzerlik gösteren Gourcuff'a kaldı sahne. Bir de şimdi Zidane'nin çıkış yaptığı Bordo'da olunca...

İlk çıkışı 2005'te U-19 gençler şampiyonasında yaptı Gourcuff, Zidane yakıştırmasının başlangıcı da o yıla dayanır. Kuzey İrlanda'da düzenlenen turnuvaya giden yolun en başında elenmişti bizim Ali Öztürk'lü milli takım. Gourcuff ise Fransa'nın 86 kuşağının en iyisiydi o turnuvada. Şimdilerde final oynayan o takımdan Lloris, Diaby, Kaboul ve Digard Avrupa'ya açıldı. Gourcuff ise Gouffran ile Bordo'da. Kulüp düzeyinde 3 sezon oynadığı Rennes'de çıkışı da As oyuncu olduğu, turnuva sonrası sezon 05/06 idi. Sonrasında Milan attı kancayı, 20'sinde giriş yaptığı İtalya'da boş geçirdi 2 yılını. Bu sezon ise geri sardı hikayeyi. Fransa milli takımına giriş yaptı, Romanya maçında attığı güzel gol ile dikkat çekti, lig maçında soyunduktan sonra başka bir şekilde dikkat çekti ve son olarak PSG'ye attığı gol. Goldeki akıl, teknik ve denge Zidane'yi andırdı açıkçası. 1 yıllık kiralık sözleşmenin yanında satın alma opsiyonuna da sahip Bordo. Milan, Beckham'lar ile uğraşırken Gourcuff dönmek ister mi, istememeli...

2008'in Kapanışı

Yukarıdaki 3'lü 2007'nin en iyileri idi. Kaka, ikinci gelen Messi'nin 2 katı oy ile birinciliğe layık görülmüştü. 2008'de üçlüyü, Kaka'yı arkasına alan Torres bozdu. Messi ile 300 küsür oyluk fark tatmin etmedi galiba beni. Forvet olmayan bir insanevladı kaç yılda bir bu kadar gol atar, bu kadar dolu bir sezon geçirir ki. Mourinho mind-game savaşlarını Ibrahimovic ile başlatmıştı, 16. sırada yer buldu İsveçli. United Şampiyonlar Ligi'ni kazandığında, Euro 2008 en iyiyi belirleyemez yazmıştım burada, ki yaz turnuvalarının ağırlığı vardır bu ödüllerde. 3.lüğe Torres'i yerleştirdi Euro 2008, ilk 10'un 6'sında da İspanyollar yer aldı. Bu yaz gençler şampiyonaları dışında boş geçecek, yani 2009'un en iyisini belirlemekte başrolü Şampiyonlar Ligi oynayacak. Son iki yılın en iyilerinde de önemliydi Şampiyonlar Ligi, kazanan takım elemanı olmanın dışında performansları da üstündü Ronaldo ve özellikle Kaka'nın, ikiside gol kralı olarak tamamlamıştı turnuvayı. Zihinlerde hep önde galiba Messi. 07/08 performanslarında bile Ronaldo'ya bu kadar rakip gözüktü ise, 2009 için Oscar'a aday Martin Scorsese gibi zirvenin en ciddi adayı... Merak ettiğim Barça Şampiyonlar Ligi finali göremez ise yine zirvede olacak mı? Tabi bu sezon itibariyle 3'lünün en iyisi konumunda, geçen sezonun rakamlarını ise geçmesi kesin gibi, Barça'nın durumu ortada. Bunları gözardı etmiyorum zaten, sadece daha 21'inde ve 4 sezondur piyasada biri için bu kadar acele niye? Önce başka şeyler kazanması gerekmez mi?

Eurosport canlı yayınladı ödül gecesini. Zürih'e bağlanmadan önce ufak bir Ronaldo belgeseli izlettiler, çok keyifliydi. Gecenin bayan sunucusu Sylvie v der Vaart idi. Güzel kadın tabi de özellikle yakın çekimlerde daha iyisi olamazmıydı dedirtti; belki de beyini yöneten, dominant kadın görüntüsü öyle hissettirdi. Bayan v der Vaart evliliği öncesinde de şöhrete sahipmiş. Oyuncu, sunucu, model, iş kadını, iki çocuk annesi abla bizim Rafael'den de 5 yaş büyük. Beyinin popülaritesi sürdükçe, Victoria Beckham'dan Kraliçe WAG ünvanını devralmanın en ciddi adayı galiba. Geceye dönersek önce dişi futbolcular çıktı sahneye. Müzik araları, tanıtımlar falan derken sıra bizimkilere geldi. 5'li Teker teker çıktılar sahneye takım elbiseleri ile, koltuklara dizildiler. Görüntüleri, o alışılmadık halleri daha bi saf, sıradan gözükmelerini sağladı. Alt tarafı 20'lerinin başındaki futbolculardı, mikrofon sırayla ellerinde dolaştıkça farklı bir şekilde gözüktüler futbolsevere. Ronaldo'nun koltukta misafir gibi durması, mikrofonu tutuşu, konuşması falan 07/08'in en büyük keyfi, 35 gol atmış bir ilah imajını sildi götürdü birden, genç bir futbolcu/insandı işte. Kaka, Torres, Ronaldo, Messi, Xavi'yi o sahnede izlemek keyifliydi. Bir büyük turnuva bile yeterli gelmiyor bu çocukları bir arada görebilmek için. Sonuç: Ronaldo ve üst üste üçüncü kez Brezilya'lı Marta, 2008 ile tüm bağımızı kestiler.

Bizden de birşeyler vardı tabi. Eurosport Mahmut Özgener'in konuşmasını yayınlarken, paketin boş olduğunun farkına varıp bakkala koşmuştum. Ermenistan ve Türkiye Federasyon başkanları ve kaptanları Fair Play ödülünü paylaşmışlar. Şenes Erzik'siz olmaz tabi.

09 January 2009

Süper Yıldızdan Satılık

Şekildeki sağ ön teker bu sabah Ronaldo tarafından bırakılmış. Dün sabah antreman için Carrington tesisleri yolunda iken duvarla temas etmiş Ferrari'si. Hasarsız atlatmış kazayı, arabadan çıkıp söylenene göre antreman yolundaki v der Sar tarafından uzaklaştırılmış kaza mahallinden. Söylenene göre zarar gören olmamış kazadan, Ferrari 360 -olmalı- hariç. Trafik cezaları, resimler falan birkaç arabası olduğunu görmüştüm, 2m sterlinlik bir garaja sahip olduğunu okudum Ronaldo'nun. Bu haliyle bile iyi alıcılar bulur herhalde Uzakdoğu'da, en azından Beckham olsa bulurdu... Arda'da Porsche parçalamış söylenenlere göre. Resimleri çıkmadı bildiğim kadarıyla basında. Ronaldo'nun arabayı da çekiciye koyduktan sonra brandayı çekmişler üstüne. Götürüldükten sonra görüntülebilir miydi acaba? Bu arabalar Suadiye'deki trafik otoparkı gibi yerlere konulmuyor mu?

Hiç sevmem tünelleri, sakat gelir bana nedense. Aydın-İzmir yolundaydı galiba gitmekle bitmeyen tünel, birşeyler sabote ederdi radyoyu her kanalda aynı bilgi anonsu... Radyo susar, etraf birden kararır, ya zemin kayganlaşırsa, kaza olursa zincirlemeden aşağısı kurtarmaz falan paranoyadan bol ne var... Rusya'nın Lefortovo tünelinin bu fobimdeki etkisi de yadsınamaz.

08 January 2009

Ada'nın Variyeti

Transfer dönemindeki sessiz ilerleyişte iki gün önce Ada basınında yer alan bir liste vardı. İlk 10, ilk 20 şeklinde yer verdiler internet sitelerinde. Liste FourFourTwo'nun 2003'ten beri düzenlediği Ada futbolunun en zengin 100 isminin sıralanmasından ibaret. Amerikalı Forbes'de düzenli olarak en zengin 10 kulüp sahibini sıralar, onlar da Kasım ayında duyurmuşlardı. Krizin etkilerininde görülmesi, transfer dönemine denk gelmesi hoş olmuş açıkçası. Önemli girişlere rağmen kayıplar sözkonusu zenginlerde. Kulüplerin yüksek borçları, transferdeki durgunluk -Ada için pek geçerli değil tabi şuan- , bilet satışlarındaki gerileme derken krizin futbola etkilerinin konuşulmasına da zemin hazırlayabilir.

Kulüp sahipleri/hissedarları ile başlayan liste oyuncularla devam ediyor, birkaç teknik direktörde yer bulmuş. Liste kişisel servetlere dayanarak hazırlanmış. Yani futboldan kazanılan yada futbola harcanan şeklinde bir değerlendirmeye yer yok. 2003 yani Abramovich'in dahil olduğu yıl liste toplamı 20 milyar sterlin iken geçen yıl 41 milyar'a yükselmiş. Bu yılın toplamı ise 61'de. 25 yeni giriş var ilk iki sırayı değiştiren girişler yani Hintli ve Arap yatırımcılar yüksek artışı açıklamak için yeterli. Chelsea'de önceki sezonlarda başlayan transfer musluklarının kısılması durumu üstüne Robinho mağlubiyeti de gelince Abramovich geriye düşmüştü akıllarda. Ekonomik durgunluğun 3 milyar sterlin'e yakın kayıp yarattığı söyleniyor Rus patron için. Toplam borcu 700m sterlinlerde olan Chelsea'yi satabileceği de konuşulmuştu yakın zamanda. Borçlar sözkonusu olduğunda Abramovich yanlız değil. Malcolm Glazer'ın United'ı satın almak için borçlandığı tutar da Chelsea ile aynı kefeye koyuyor kırmızıları, Liverpool'un sahipleri de iki bankadan 350m sterlin kadar kullanmış. Kulüpler yollarına sorunsuz devam edebiliyor tabi. 2007'nin sonlarında Federasyon başkanı büyük lig mensuplarının borçlarının 3 milyar sterlin'i bulduğunu açıklamıştı. Bu rakamlar krizin futbola etkilerini incelemeyi önemli kılıyor.

Kulüplere harcanan paranın önemi yok demiştik bu listede. 3.lükteki Abramovich'in bu konuda dünyada rakibi yok. City'nin yeni sahipleri için çıkan haberler malumunuz ama kısa vadede onlar da bu rakamlara erişemeyecek gibi görünüyor. Çelik zengini Laksmi Mittal'den blogda bahsetmiştik geçen yıl. Resesyon mağdurlarından biri de kendileri. Londra'ya geçişinde Abramovich gibi önce emlak yatırımları ile dikkat çekmişti. Aynı yıl evi için 57m sterlin, kardeşinin düğünü için de 30m harcamıştı. Şimdi 2008 mağdurlarından biri konumunda, dünya piyasası liderliğindeki şirketi %70'e yakın değer kaybetmiş. Mittal'in bu listede yer almasını sağlayan ise QPR'daki hissesi. 2007'de Bernie Ecclestone ve Flavio Briatore tarafından satın alınan kulübün %20'sine sahip Mittal, harcadığı para ise 200 bin sterlin. 7. sırada Everton'u görüp şaşırdıysanız benzer durum onlar içinde geçerli. Abramovich'in önemi de bu sebepten. Listeye futbolcu sokabilen tek başkan Abramovich. Ashley Cole, Drogba, Ballack gibi isimlerin konumunda bonkör bir başkana sahip olmalarının etkisi büyük.

Listeye dönersek, başrol zenginlerden çok David Beckham'a yakışıyor gibi. 125m sterlinlik serveti ile Portsmouth, Middlesbrough ve Bolton'un birinci adamlarını geride bırakıyor. Listede de zenginlerin sıralamanmasını bölen isim oluyor. 38. sırada bulunan Beckham'dan sonra gelen ilk futbolcu ise onun üçte biri kadarına sahip Michael Owen. 100 isim içinde 3 teknik direktör bulunuyor. Sırasıyla Capello, Ferguson ve Wenger. Tek kulüp yöneticisinin yer aldığı listede futbolcu eşleri de unutulmamış. Tam liste için tıklayın.

Stadyum ve Alkol



Ekim ayından bu görüntü, Palmeiras v Atletico MG maçından. Palmeiras, Sao Paulo ve Corinthians ile birlikte Sao Paulo eyaletinin önde gelen futbol kulüplerinden. Yani komşu Santos dışında Brezilya futbolunun ağırlığını bu eyalet taşıyor. Brezilya'nın en büyük, kalabalık eyaleti dolayısıyla kozmopolit yapı da tavan yapıyor. Alkole izin yok bu eyalet sınırlarındaki stadyumlarda. Yani önceden fazlasıyla depolanması gerekiyor. Durum böyle olunca da stadyum ve alkol ikilisinin buluşmasında en olağan sonuç ''düşme'' ortaya çıkıyor. Buraya kadar herşey normal tabi, düşüşün gerçekleştiği yer dışında. Maharet konmayı bilmekte demişti geçmişte Cem Yılmaz.

Gidemediğin Yer Senin Değildir



Can Dündar'ın 2 gün önceki köşe yazısı hani iki mesaj aşağıdaki. Politika ve politikacımızın durumu dururken İsrail'di, Erdoğan'dı dış ilişkilerdi değil herhalde akla ilk gelen. Alışılmış sistem ve aktörlerinin uyumu, sövme durumu yani. Bu durumun tersini bir kere görebildim yakın geçmişte. Köprü tamamlanmış ve açılışta Vali tepeden gelen malum mektubu okumuştu; tek başınaydı köprüde, üzgündü. Finali böyleydi Köprü dizisinin, yarın Vali filmi sinemalarda. Aşağıda bir slogan üzerine karaladık. Bu yazının başlığı da Köprü dizisinin sloganıydı, demek yanlış olmaz herhalde. Geniş, uzatılıp çekilebilecek eski bir söz ama sık kullanılırdı dizide ve üzerine söyleyecek birşey bırakmazdı, tam oturmuştu. Dizinin durumu da buydu. Sadeydi, dillendirmeyi pek sevdiğimiz mevzulardan birini barındırsa da içeriği afaki konuşmalar yaratmazdı. Sessiz sedasız başlamış, öyle de götürmüştü dizi ama dikkat çekebilmiş, izleyenini yaratmıştı. Aşk kozunu kullanmaya gerek görmemişti. Sürükleyiciydi, oyunculuklar sağlamdı, takip ettiren birkaç karakter dolayısıyla diyaloglar barındırıyordu. Vali'yi oynayan Erdal Beşikçioğlu çok iyi oturmuştu. Müzikler iyiydi, Gökhan Kırdar/Loopus yapıyordu müzikleri, kulağa da iyi geliyordu. Filmde yok sanıyorum Gökhan Kırdar. Oyunculardan korunanlar da var değişenlerde. Mühendis değişmiş sanırım, Yabancı Damat'taki şarkıcı esas oğlan oynayacak. Romandan dizi çıkarma furyasını ateşlemişti dizi. Malumunuz Ayşe Kulin'in romanından uyarlamaydı, Recep Yazıcıoğlu'nun hayatından bir kesit gösteriliyor denirdi. Bu durum değişiyor sanırım filmde. Roman kapanmış olmalı, Recep Yazıcıoğlu artık sözkonusu olan. Dizi Erzincan'da bitmişti, şimdi Denizli'de süper vali.

Süre kısaldı tabi. En son Can Dündar şikayetçi olmuştu ''Mustafa'' ile ilgili bu süre mevzuundan. Film Vali'nin yapısına, mücadelesine sıkı sıkı tututanacaktır. Kahkaha attırmayacağından, diziden eksilecek yönler de çok olacağından ''beklediğim kadar'' yada ''beklediğim gibi'' diyerek başlamayacağım söze çıktıktan sonra. Dizi göstermişti ne beklenilmesi gerektiğini. Konunun rengi de söz konusu olunca komplo teorilerine esir olmadan, büyük beklentiler ve soru işaretleri olmadan girin, keyif almak için.

Dil ve ağızdan çıkan kelime hayati önemdedir

Başlıktaki sözü Zülfü Livaneli'nin dünkü köşe yazısında okumuştum. Gazeteyi kapattıktan sonra Kabataş iskelesini terketme sonucu doğan taksi kapma mücadelesi. Sigara yasağı malumunuz. Yasağın en karmaşık hale geldiği yer ise taksiler. İçme isteğimin sınırları zorlaması, taksiciden izin istememi engelliyor bazen. Reddedilme boşluğu yaratıyor, boşluk ise öfke, muhatabı ve cevabı olmayan sorular doğuruyor, işin yoksa bir de bunları düşün sabahın köründe. Bu durumla başa çıkacak gücü bulamadım herhalde ve pencereye yapıştırdım kafayı. Çakmağın ateşleneceği anın geri sayımını gözler üstleniyor, etraftaki sıradan, alışılmış nesneler daha bir dikkatle ve hevesle yakalanıyor. Elmadağ'a gelmeden reklam panolarında dikkatimi çekti bu resim. 2'ye tek yapılan kavgaları bile anlayamam ben, Ortadoğu'dan akan resimler, diplomatların sabır sınayan açıklamaları falan zemin hazır tabi, slogan coştuyor, büyüyor zihinde.

Sigarayı yere atıp, okuldaki selam sabah trafiğini de atlattıktan sonra çalışıyor kafa... Tv'lerde dönen bakıcı dayağı haberlerinde bile ayarımız bozulurken, Gazze'deki gerçeklik algı, ayar bırakmıyor. Kayıtsız kalmamak mümkün değil tabi. Görülenin, duyulanın yarattığı can sıkıntısı, öfke, duygusallık gayet insani, tepkisiz kalmamak güzel. Yapabilecek hiçbirşey olmasa bile bu durumu düşünmenin akıl ve vicdana doğru, adil hisler bırakması bile güzel. Herşey iyi güzel de düşüncemizin söze dönüşümünde uğradığı bu hasar, kayıp niye? Terör-El Kaide-Müslümanlık 3'lüsünü ne çabuk unutmuşuz da çözümü Yahudilik-Katliam-İsrail'de arıyoruz...

İçinde toplu olarak yer aldığımız değerlendirilmelerde durumumuz üzerine çokça söylenir, söyleriz. Genellemelere merakımız, siyah-beyaz arasında gri olduğunu göremememiz, çabuk düşünüp çabuk unutmamız, dini bilmemneyi sık kullanmamız. Girmeyeceğim bunlara, hepsi bir bütün ve işin aslı olsa da. Bunlara da siz girin istedim:

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=915950&Date=08.01.2009&CategoryID=77

Can Dündar / 6 Ocak

Eski Atta Yeni Süvari

“O bombaların altında ölen çocukların ahı yerde kalmayacaktır. (İsrail) o savunmasız kadınların, anaların gözyaşında boğulacaktır.”
Duygusal laflar bunlar... Ama bir Başbakan’dan çok bir şaire yakışıyor.
Oysa Başbakan’dan beklenen, işinin gereğini yapması...
Gereği ne peki?
* * *
Gereğini, 2002’nin AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan söylüyor.
Neyse ki internet var; “yapılması gereken”i Erdoğan unutsa da arşiv hatırlatıyor.
Mesela Yeni Şafak’ın internet sitesinin “Arşiv” bölümüne giriyorsunuz.
“5 Nisan 2002” yazıyorsunuz.
“Sayfayı getir” komutuna basıyorsunuz. O günün 1. sayfası ekranınıza geliyor.
Sayfada yine İsrail’in Filistin’de uyguladığı katliam var. Ve yine Erdoğan’ın fotoğrafı... Ama bugünkünden hayli farklı şeyler söylüyor:
“Bu terör karşısında Türkiye’nin İsrail’le imzaladığı M-60 tanklarının modernizasyonuna ilişkin anlaşmayı askıya alması gerekir.”
İsrail terörü büyüyünce, 8 ve 9 Nisan’daki konuşmalarında tekrarlıyor teklifini...
11 Nisan’da Meclis grubunda diyor ki:
“Eğer mevcut hükümet Türkiye’nin gücünün farkında değilse yazıklar olsun. 700 yıllık Türkiye, tanklarını modernize etmek için 50 yıllık İsrail’e muhtaç oluyorsa, bu kara kara düşünülmesi gereken bir unsurdur.”
* * *
Daha 7 sene geçmemiş aradan...
O Erdoğan Başbakan olmuş ve İsrail yine acımasızca saldırmış.
Ve saldırıdan birkaç gün önce, Türkiye’nin İsrail’le 167 milyon dolarlık silah alım anlaşması yaptığı İsrail basınına yansımış. Ardından İsrail Havacılık ve Uzay Sanayii açıklama yapıp, yeni anlaşmayla, Türkiye’nin İsrail şirketlerine havacılık istihbaratı sistemleri için 141 milyon dolar ödeyeceğini bildirmiş.
Konuyu İsrail gazetelerinden öğrenen bizim medya, Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’e soruyor:
“Gazze’deki vahşet karşısında İsrail’le imzalanan silah anlaşmasını iptal etmeyi düşünüyor musunuz?”
Erdoğan’ın sözcüsü Çiçek, “eski Erdoğan”dan çok farklı konuşuyor:
“Ülkeler arasındaki işbirliği nedeniyle askeri bağların koparılması söz konusu olamaz. İsrail’le askeri işbirliği, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına hizmet etmektedir.”
* * *
Muhalefetteyken “Askeri anlaşmalar askıya alınsın” diyenlerin, iktidar olunca “Aman dokunmayın, böyle kalsın” çizgisine gelmesi ibret verici değil mi?
Taraf’ta Lale Sarıibrahimoğlu “Geçen yıl itibariyle Türkiye ve İsrail arasındaki savunma sanayii işbirliğinin 1.8 milyar dolar olduğunu” yazıyor.
Demek “bombaların altında ölen çocukların ahına, savunmasız kadınların gözyaşına” sebep olan bombalarda Türkiye’nin de maddi katkısı var.
Öyleyse Başbakan’dan, gözyaşı edebiyatı yapmasını değil, oy isterken sergilediği tavrı almasını istemez misiniz?
“2002 model Erdoğan”ın “Eğer hükümet, Türkiye’nin gücünün farkında değilse yazıklar olsun” sözünü hatırlatmaz mısınız?
Boşuna uğraşmayın!
Bizde kim süvari seçilirse seçilsin, devlet atı hep bildiği yöne koşar.

06 January 2009

IFFHS : Yılın Hakemleri


İstatistik kasan, kayıt tutan bi kurum IFFHS. Ne yaptıkları tam olarak anlaşılamamış, kabul görmemiş bir kurum, bitmek bilmeyen listeleri ile hatırlanır. Net olarak anlamlandırılamayan listeleri bizde de iyi bilinir, kulüplerimiz ön sıralarında ağırlanır bu listelerde. En son Guiza'nın yukarılarda olduğu listeleri haber oldu bizde, Arda'nın tepede olduğu ilginç bi liste daha var...

En azından bu oylama sistemi ile eğlencelik haberlerden öteye gidemez bu listeler, aksi bir amaca hizmet etme zorunluluğu arama niyetim de yok. Bunda da 2008'in en iyi hakemleri sıralanmış, onlarca ülkeden uzmanlar, yazarlar oylamış. Kurum 25. yılını kutlayacak Mart ayında, güzel bi ödül töreni yaparlar. Euro 2008 finali 1. , CL finali 2. olmuş. 5.ye ifrit olurum...

İlk 3'ü Türk usülü açarsak, Hırvatistan v Türkiye , Leeds v Galatasaray (olmadı Shakhtar'a transfer olan hain) , Türkiye v İsviçre.

05 January 2009

Gol : Real v Villarreal



Büyük değişimler olmamakla beraber iyi gözüktüler, yeni yıl güzel başladı. Değişenlerden biri diziliş idi, daha derli topluydu Real, Ramos 442 ile devam edecek gibi. İlk yarının son maçında Valencia'yı Higuain'in golüyle geçmişlerdi, bu sefer ihale Robben'e kaldı. 2 maçtır çok iyi Robben ama bitiriciliğini çok kullanmak zorunda olması, önemli kararların ona kalması olumsuz Real için. Galibiyet yine kısır ama bunda kalecilerin gününde olması da önemli denilebilir. Yine San Iker durumları yani, Diego Lopez'de iyiydi. Günün yıldızı yine Robben ama. Real'e geldiğinden beri en iyi dönemini -kısa da olsa- geçiriyor. Hızı, yeteneği, gayreti çökertti V'real'in solunu, Real hücumu yine onun ayaklarına baktı. İlk sezonundaydı sanırım Chelsea'de sakatlık nedeniyle geç başlamış ama goller, asistler muhteşem performans göstermişti. İş oraya giderse şaşırmam sezonun geri kalanında.

Higuain sakattı, v der Vaart ise yedek. Yeniler Huntelaar ve Diarra ilk 11 başladı. Malumunuz Uefa sürpriz yapmaz ise birisi dışında kalacak Şampiyonlar Ligi'nin. İlk test beklentilerin tersi yönünde oldu, Diarra aferin aldı. İyi kapladı orta alanı. Agresif ve basmayı ihmal etmeyen, hızlı ve olumlu top kullanan bir orta saha hoşuna gitmiş olmalıdır Real'liyim diyenin. Partneri Gago oldu, üstünlerdi V'real orta ikilisine. Huntelaar ise acemilik çekti, Guiza gibiydi. Bu tipteki her forvette görülen mevzu, fazla koşma zorunluluğu altında hayalet olma durumu. Ceza sahası içine monte olduğu an devam edecektir gollerine. Zidane yokken de çekiyorlardı benzer sıkıntıyı, Guti ilaç o dönemden beri. O veya v der Vaart oldukça beslenecektir Huntelaar. İlk gününde ikinci yarının başında oyundan alındı, Nihat hiç göremedi o ikinci yarıyı.

Ali Larter vs Beyoncé

04 January 2009

Ryan Giggs x Yuri Zhirkov



United'ın, treble ile İngiltere tarihinin en başarılı futbol kulübü olarak kapattığı sezon 98/99'da atılmıştı bu gol, Newcastle'ı yendikleri FA Cup finalini getirmişti. Hala en güzel golü olarak kabul edilir Giggs'in, o sezonda da yılın golü ödülünü kazandırmıştır.



CSKA sol kanadı, Euro 2008 sayesinde iyi bir sol bek de olduğunu farkettiğimiz Zhirkov'u adı Chelsea ile aynı cümlelerde geçiyor. Transfer dedikodusu Ada basınında bu golü ile renklendirilmiş. Bizde çokça rastladık ''Avrupa 3.sü milli takım'' yakıştırmasına, haliyle gözardı edilen Rusya idi. Kulüplerimize para kazandıran tek ülke olmalarından, birtürlü gözümüze giremeyenlerle ilgilenmelerinden de geliyor olabilir tabi bu rahatlık. Ama Pavlyuchenko'ya ödenen bedel, Arshavin'in işgal ettiği yer ve şimdi Zhirkov haberleri asıl eksik olduğumuz yeri işaret ediyor galiba. Brigde'nin ayrılmasının da etkisi olmalı bu transfer haberi ile. Chelsea ilgisi konumuz, Tuncay'ın yer alacağı kanadın adamı Zhirkov. Sol açık olarak beğendiğim bir oyuncu idi. Hızı, tekniği, top sürme ve kesme becerileri iyi yerlere gelir dedirtiyordu. Euro 2008 ile topu kapabildiğini de gördük, tüm çizgiyi kullanabildiğini de. En çok beğendiğim oyuncusu olmuştu Rusların, şanssızlığı Sergio Ramos'u geçmek zorunda olmasıydı o bölgede mücadele etmek zorunda kalan diğer Ruslar gibi. Tuncay için mi yoksa Zhirkov için mi daha fazla öderlerdi acaba?